Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.
20:35 - Şüphe üzerine arandı. 5 yıl 8 ay hapis cezası ortaya çıktı
19:51 - FOTOĞRAF SANATÇISI OYUNCU BARIŞ KERİM CESUR TEKİRDAĞ’A GELİYOR
23:03 - Keşanspor’u hakemler yaktı.
17:27 - Hekim ve Sağlık Sistemi
17:23 - Gündoğdu: Trakya çiftçisi yeteri kadar desteklenmiyor
19:22 - Lüleburgaz Belediyesi’nden dopdolu yarıyıl etkinlikleri
17:52 - Kapalı Otoparklar Haricindeki Parkomat Alanları 3 Gün Ücretsiz Olacak
17:02 - Müze Keşan Sömestr Tatilinde Atölyeleri ile Bir Başka Güzel Olacak!
Esat Can
Onlar, Köy çocuklarıydı. Kurumuş çalılar gibiydiler bozkırda. Kavrulmuş ekinler gibiydiler. Geldiler, Yalın ayakları
Ve Yırtık mintanlarıyla geldiler, Gönen’e, Aksu’ya, Kepirtepe’ye. 1
Tasvir ve söyleyiş ustalığı ile kaleme alınmış bu mısralarda şair, bize bir nesli tanıtıyor. O nesil ki, çoğu, günümüzden doksan küsür yıl önce ve yine günümüzden çok farklı bir Türkiye’de gözlerini dünyaya açmış, kaderleri eza ve cefa olan memleket çocukları… Onlar, üst üste on yıl boyunca savaşmaktan yorgun ve bitkin düşmüş, aydın ve gençlik servetini cephelerde tüketmiş, insanlarının yüzde doksan altısı okuma-yazma bilmeyen, yüzde sekseni köylerde yaşayan, bir toplu iğne bile üretme imkânı ve kudreti olmayan, tarife sığmaz yokluk ve sefalet içindeki bir memleketin çocukları… Fakat artık düşman kovulmuş, savaş bitmiştir. Şimdi Atatürk’ün deyişiyle, yeni ve daha büyük bir savaş başlamıştır. Türk milletinin geriliğe, yoksulluğa ve cehalete karşı savaşı…
28 Mart 2020 Cumartesi günü kaybettiğimiz hocamız Nedim Menekşe işte o savaşın kahramanlarından biri idi. O ve arkadaşları, cansiperâne bir gayretle çalışarak, evvelâ, bir bozkır parçasından ibaret olan Kepirtepe’ye hayat verdiler. Dersliklerini yaptılar,2 yatakhanelerini yaptılar3, dört bir yanını ağaçlandırdılar4 ve oradan feyz aldılar. Zihinleri bilgi
ve fikir, kalpleri azim ve heyecanla dolu olarak köylerine döndüler; bir yandan köy çocuklarına diğer yandan halkımıza ışık olabilmenin çabasına giriştiler.
Hocamız Nedim Bey; sükûnet, itidal, nezaket, kısaca beyefendiliği ile temayüz etmiş bir insan idi. Edindiğimiz pedagojik bilgi ve beceri için borçlu olduğumuz kıymetli rehberlerimizden biri odur. Fakat o ve onun neslinin en başta dile getirilmesi gereken iki büyük meziyeti vardır ki, sözün burasında altını çizerek kaydedelim:
Onlar, mesleklerini çok seviyorlardı.
Onlar, ülkemizi çok seviyorlardı.
Aramızdan bir bir ayrılıp giden bu eğitim çınarlarının yerlerini doldurma sıkıntısını devlet ve toplum olarak sürekli hissedeceğiz. Zira o hoca devrelerinin her şeyden önce bir “ruh”u vardı. Yıllar ve dönemler içerisinde, öğretmen yetiştiren kurumların duvarlarından “köy enstitüsü” tabelâsını indirdik, “öğretmen okulu” tabelâsını indirdik, “eğitim yüksek okulu” tabelâsını da indirdik. Şimdi o duvarlarda “eğitim fakültesi” tabelâsı var. Ama itiraf edelim; isim değiştirme ile iş bitmiyor, biz, gidenlerin ardından asıl o “ruh”u kaybettik.
Bütün meslek hayatını ve birikimini yazı ve kitaplarına aktarmış Nedim Bey Hocamızın sadece birkaç yazısını okumak bile o “ruh”u görmek ve anlamak için kâfidir. Meselâ 1952 yılında yayımlanan Bizim Sesimiz adlı dergide, bizim söz konusu ettiğimiz fikir, zihniyet ve inancı o, “millî ruh” diye isimlendirir. Aynı yazıda “millî” kelimesinin dört defa geçmesi de yine dikkat çekicidir: “Milli bir dava”, millî dava”, “derin millî iman”, millî ruh”… Hoca bu yazısında köy kalkınmasını “millî bir dava” olarak nitelerken-1940lı ve 50li yıllarda bulunduğumuzu unutmayalım- kendi neslinin meslek macerasını da veciz bir şekilde ifade eder:
“O mezunlar ki, binbir maddi ve manevi mahrumiyete katlanarak,
Üzerlerine almış oldukları millî davayı tahakkuk ettirebilmek için
Fikri ile, bedeni ile sade ve sade çalışmışlardır.” 5
Onun ve arkadaşlarının“derin millî iman” nitelemesiyle kastettikleri ise köy kalkınmasını tahakkuk ettirme emelinin yanı sıra “milletimiz için gerçek bir ihtiyaç, hayatî bir ehemmiyet arzeden ilköğretimin yüzde yüz seviyesinde gerçekleşmesi hayalini hakikat yapabilmek”6 idealine akıllarının bütün gücü, kalplerinin bütün heyecanıyla inanmış olmalarıdır.
Diğer taraftan kıymetli hocamızın söz konusu yazısında rahatlıkla fark edilen fikir kapasitesinin genişliği, kelime hazinesinin zenginliği ve ifade kudreti onun ve neslinin yetişme derecesini ortaya koyan net ve dolayısıyla tartışılmaz kıriterlerdir. Onun bu yazıyı kaleme aldığı tarihte henüz yirmi dört yaşında olduğunu burada ayrıca belirtelim!
O artık hafızalarımızda dersleri, yazıları ve kitaplarıyla; gönüllerimizde güzel insan haliyle yaşayacak. Hocaların ilk ve asıl eserleri, meslek hayatları boyunca yetiştirdikleri binlerce öğrencidir. Nedim Bey’in diğer eserleri ise her biri yıllar içerisinde oluşturulmuş, yoğun emek mahsülü kitaplarıdır:
Kuruluşundan Günümüze Kepirtepe,
Köy Enstitüleri Gerçeği,
Köy Enstitülerinin 70. Yılı
Bu kıymetli ürünlerin yeni baskılarının yapılması, gazete ve dergi sahifelerinde kalmış yazıların derlenip kitaplaştırılması, öğrencilerine ve sevenlerine ait bir görevdir. Durmak bilmeyen bir şahsiyet olarak hocamız, Kepir Günleri’nin hayata geçirilmesinde ve Kepirtepeliler Eğitim Vakfı’nın (1996) kurulmasına öncülük etmiş, daha sonra da Yeni Kuşak Köy Enstitülüler Derneği’nin (2008) kurulmasına yine kılavuzluk etmiştir. Bu kurumları da onun eserleri olarak saymamız gerekir.
Bizim millet olarak millî meziyetlerimiz olduğu gibi, maalesef millî kusur ve zaaflarımız da vardır. Bu zaaflarımızdan biri, seçkin insanlarımızın değerini ancak onlar öldükten sonra fark etmemiz, sağlıklarında yıllar ve yıllar öncesinden beri hak ettikleri hürmet ve takdiri çok gecikmiş olarak göstermeye başlamamızdır. Zarif bir adam olan hocamızın hoşgörülü bir insan olduğunu onu biraz tanıyan herkes bilir ama, kendisine ait olan şu cümle onun, belki de vefatına kadar yaşadığı hüznü ve gönül kırıklığını ifade ediyor:
“1976 yılında mesleğimin en verimli çağımda
sırf köy enstitüsü mezunu olduğum için
sorgusuz sualsiz Erzurum’a sürgün edilmeseydim
daha uzun yıllar Kepirtepe’de çalışabilirdim.”7
Kepirtepe’nin temelini kazmış, taşını taşımış, harcını karmış nesilden cefakârlık örneği bir insanı politik ve ideolojik taassupla elli yaşında Erzurum’a sürmenin mahcubiyet ve hattâ utancı bizi hep rahatsız edecek.
Diğer taraftan ona karşı son görevimizi de lâyıkı ile yapamadığımız için ayrıca müteessiriz. Zira aziz hocamızın vefatı, hem ülkemizi hem dünyayı tehdit eden bir salgın zamanına rast geldi ve onun için normal bir cenaze töreni yapmak bile mümkün olmadı. Son yolculuğunda onunla beraber olamadık.
Kepirtepe, bir tarihî hafızasını, bir bilgesini kaybetti.8 Ömrünün büyük bir kısmını Kepir’e vakfetmiş olan hocamız, Burgaz’ın eski mezarlığına değil de yeni mezarlığına defnedilmeyi vasiyet etmiş. “Zira benim ömrüm Kepir’de geçti. Yeni kabristan Kepir’e yakın ve orayı görüyor.” demiş. Şimdi o, Kepirtepe’ye bakan kepir toprakta ebedî uykusunu uyurken kendisine en içten dualarımızla sonsuz rahmetler; ailesine de sabır ve baş sağlığı diliyoruz. Nur içinde yatsın. Hocamızın yetmiş yıllık hayat arkadaşı, saygıdeğer Vahide Hanım’ın, şimdiye kadar olduğu gibi, çocuklarıyla birlikte olarak ve torunlarının mürüvvetini görerek sağlık ve âfiyet içinde ömür sürmesini temenni ediyoru