Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.
12:35 - İpsala’da kar yağışı hayatı etkiliyor.
22:42 - Önder Can Spor Kulübü Karatecileri göz doldurdu
17:29 - Belediye ekipleri, topyekun sahada
17:25 - GÜRBÜZ: “BU ÜCRET HALKIMIZI DAHA DA YOKSULLAŞTIRIR”
20:56 - Edirne U-18 ligi’nde Keşanspor rakibi Aşçıoğlu’nu 9-0 mağlup etti
22:09 - Keşanspor’da 4 yeni transfer
18:54 - Keşanspor’da komanda eğitimi…!
17:51 - BAL Ligi 9. Grup takımlarından Keşanspor’un ikinci yarıda hedefi ligde kalmak
Uygarlıklar Tarihi, çağımızda bilmemiz ve görmemiz gereken, insanoğlunun bugününü de anlamamıza ve anlamlandırmamıza anahtar olan adeta genel bir çerçevedir.
Bu genel çerçeve görülmeden insanoğlunun bugün yaşadıklarını ya da dünyanın belirli bir noktasında yaşayanlarla ilgili bir değerlendirme, her yönüyle eksik kalır.
Örneğin Avrupa; Hıristiyanlığın belirleyici olduğu ortaçağını yaşarken ve düşünceleri de Hıristiyanlıkla sınırlıyken, Sokrat’ı, Eflatun’u ve Aristo’yu tüketiyordu.
İbn-i Haldun, Aristo’yu, Platon’u ve kendinden önce gelen birçok değerli düşünürü iyi okumuş, harmanlamış, yorumlamış, dönemini ve geçmişini iyi gözlemleyip analiz etmiş.
Bu birçok düşünürden belki de en önemlisi, 951’de 79 yaşında ölmüş İslam düşünürü Farabi’dir.
Farabi, Aristo’nun temel eserlerinin birçoğunu Arapça’ya yeniden çevirmiş, bu eserlerin daha iyi anlaşılabilmesini sağlayan açıklamalar, yorumlar yazmış.
Farabi bu kayıtlarıyla hem İslam dünyasında antik felsefenin anlaşılmasını sağlamış, hem de Arapça’nın bir felsefe dili haline gelmesine büyük bir katkı yapmış.
Bütün bu bilgi birikiminden yararlanan İbn-i Haldun, çıkarımlarını İslam kültürü ve dinince kabul görecek kılıfa sokmuş bir toplum bilimci ve tarihçi olmanın dışında siyaset bilimine de önemli katkıda bulunmuş. Ona göre tarihte birçok olay yer alırken, arka planında incelenmesi gereken manaları da vardır. Yalnızca aktarılan ve söylenegelen bir tarih bilimi eksik kalacaktır, ulus ve devletlerin ardı sıra tarihlenmesi, anlamaya yeterli olmayacaktır.
Önemli olan tarihi akışın sırrını kavramaktır.
Aktarılan bilgilerin ve olayların bir mantık değerlendirmesinden geçirilip, gerçeğe uygun olup olmadığını anlamak gerekir.
İbn-i Haldun’a göre tarihin gerçek bilgisine ulaşabilmek için uygarlık ve toplumların çeşitleri, zaman içindeki değişimleri ve bu değişimlerin nedenleri incelenmelidir. O, kendi döneminde bunu yapacaktır ancak Fars topraklarını fetheden Halife Ömer’in eski Farslardan kalma eserlerin yakılmasını emrettiğini, bu yüzden bu eserlerin yok olup gittiğini, Keldanilerin, Süryanilerin ve Babil halkının eserlerinin kalmadığını söyleyerek bundan yakınır.
*
İbn-i Haldun’un bulmak istediği nedir?
Geçmiş çağlarda yaşamış kavimlerin durumları ve yaşayışlarında meydana gelen değişiklikleri,
Bunların idareyi ve ülkeyi ellerine geçirmelerinin sebeplerini,
İnsan topluluklarının tabiatını, yerleşik veya göçebe hayat sürmelerini, göçler ve nüfus hareketlerini,
Devlet kurma, devletlerin kuvvet kazanmaları ve çökmeleri; üretim ve tüketim, bilim, sanat, ticaret, kâr ve zarar olayları,
Zamanın akışı içerisinde bu sayılan durumların nasıl değiştiğini ve değişmelerin sebeplerini bulmak istemiştir İbn-i Haldun.
* * *
Tunus ve Fas’ta devlet görevlerinde bulunmuş Mısır’da 6 defa Maliki kadılığı yapmış ve 1406’da 73 yaşındayken Kahire’de ölmüş 14’üncü yüzyıl düşünürü İbn-i Haldun’un dediği gibi, “insanlar gibi devletler de doğar, gelişir, büyür, yaşlanır, geriler ve ölür”.
İbn-i Haldun, “ömür süresini” herhangi bir devlete değil saltanat sistemindeki bir devlete biçmiştir. Çünkü elde o vardı o zaman ve bunu bir başka siyasal sisteme uygulama çabaları boşunadır.
Günümüzde “devletlere ömür biçmek”, sistemlerinin kendilerini yeniden yapılandırabilme ve sürekli uyum sağlayabilme yetilerinden dolayı tam sonuç vermez.
Bu nedenle İbn-i Haldun ve kaynakları kendi dönemi içinde yorumlanmalı ve hakkı teslim edilmeli.
Sonuçta uygarlıklar yalnız bir tek düşünürle değil, birçok başka düşünürle harmanlanan parlak yükselişi yaşamıştır. Ancak radikal öğretilerin ve toplumların gerçeği akıldan çok inanç çerçevesine oturtma arayışı yüzünden uygarlıkların son bulmuş olması da oldukça manidardır.
*
Uygarlıklar Tarihi, insanoğlunun bilinen tarihinde kurduğu tespit edilebilen belli başlı uygarlıklarına genel bir bakışı mümkün kılar.
Böylece olup bitenle ilgili değerlendirmeler yaparken önce genel tabloyu veya başka bir deyişle “büyük fotoğrafı” görmek gerekir.
Her uygarlık, tarih içinde durduğu yer ve en önemlisi diğer uygarlıklar üzerinde bıraktığı etkiler dikkate alınarak, anlamlandırılır.
Dünya uygarlıklarının sayısı, çeşitliliği ve her uygarlığın dil, tarih, coğrafya, arkeoloji, iktisat ve sosyoloji, hatta tıp ve psikoloji üzerine binlerce bilim insanının uğraşı alanına girdiğini düşünürsek bu yazımızın sınırları içinde bizimkisi, belki özetin özeti olarak insanoğlunun oluşturduğu uygarlık bilincine ancak bir köşe yazısı dokunuşu olabilir.
Bu yazımız ve ötesinde büyük çerçeve, olup bitene kafa yoranlara fikir verir mi ve hepimiz için bir başlangıç oluşturur mu, işte onu bilmiyorum.