Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.
00:08 - CHP Keşan İlçe Başkanı Anıl Çakır, aday adaylığı başvuru süreci hakkında bilgi verdi
21:09 - İPSALA’DA SEÇİME DOĞRU…MHP’YE 25 KİŞİ DAHA ÜYE KAYDINI YAPTIRDI…
20:48 - AKALIN: ÜNİVERSİTE KADROLARINA YAPILAN ATAMALARDA AYRIMCILIK ARTTI!
20:10 - İPSALA’DA SEÇİME DOĞRU… DALKIRAN MHP’DEN ADAY ADAYLIĞINI DÜŞÜNMÜYORUM…
20:45 - Bir araçta 42 adet tabanca mermisi ele geçirildi
20:04 - Hacıköy -Pazardere Yolu Sıcak Asfaltlanıyor
14:40 - CHP MİLLETVEKİLİ AYGÜN:”SUDAN’DA TARIM RÜYASI BİTTİ.”
Ahmet AK
0 533 3423055
ahmet.ak.315080@facebook.com
Kişinin gün yüzüne çıkarmadan sakladığı benliğinin bir parçası da “erdem” olarak tanımlanır. Ancak o benliğin karşısına bir sınav, bir “çuvaldız” çıkmış mıdır ki “iğneyi kendine batırmış” olsun?
Başa gelmemişlerle, yaşanmamışlarla, genel söylemleri taşıyan benlik şiştikçe şişer. Gün gelecek “bir iğne ucu” bile acı verecektir “mükemmel” sahibine…
Her suskun insan erdemli midir?
Ya her konuşan? …
*
“Herkes eşit doğar, farkı doğum değil erdem yaratır.”
Erdem, genellikle derin bir suskunluğu gerektirir. Öyle birilerinin yanında susup başka birilerinin yanında konuşmak değil! Ona “ikiyüzlülük” denir.
*
İki küçük çocuğuyla anne alışveriştedir.
Çocuklardan birinin elinde çikolata vardır:
– Anne şekerimi yemek istiyorum.
Diğer çocuk ta da aynından vardır ve “Ben de, ben de…” diye tutturmuştur.
Anne son derece sakin bir tavırla;
– Ama siz çikolatanızı burada yerseniz başka çocukların da canı çekebilir, ya onların çikolata alacak paraları yoksa hoş olur mu, biraz sabredin, evde yersiniz.
İşte, annenin bu davranışını “erdem” olarak da tanımlayabiliriz.
Ego, sürekli “sahip olmak” dürtüsüyle kişiyi erdemden uzaklaştırabilir. Eğer kişi, edindikleri ile sürekli övünmek eğiliminde ise kişi, yine erdemden uzaklaşır. Ancak erdem, yalnızca “edinmek” üzerinden anlatılabilecek kadar basit değildir elbet.
*
İpek böceği de örümcek de ağlarını örer; hangisi daha sempatik geliyor?
İnsanın kendisini bilmesi için, ne kadar aciz olduğunu, yaşamın süs ve oyundan ibaret olduğunu özümsemiş olması yeterlidir.
İnsan, kendiliğinden dünyaya gelemediği gibi, kendiliğinden de gidemiyor. İlahi gücün karşısında insan, gerçekten de bir “hiç” değil midir? Hâl bu iken kişi, gücünü kuvvetini, kabiliyetini, kendine ait zannetmesi ne kadar doğrudur?
Şöyle bir düşünelim; insan, beynine, kalbine, böbreğine, midesine, hâsılı iç organlarına muhtaçtır ancak elini oynattığı gibi bunları kendisi çalıştıramaz.
O bakımdan kişi, ancak aciz olduğunu idrak ettiğinde “erdem” olgusunu da içselleştirebilmiştir.
Bir başka örnek; doğal felaketlerde binlerce kişi bir anda yok olabiliyor. Doğanın kudreti karşısında modern teknoloji acze düşmüyor mu, her şey aciz kalmıyor mu?
* * *
Demek istediğimiz, ömür su gibi akıp giderken geçen anın geri gelmeyeceğidir.
Öyleyse anlık yaşamlar, ömrün tarlasıdır, herkes ne ekiyorsa onu biçiyor. Erdemli davranan da, kötülük eden de, aslında yalnızca kendine ediyor. Ömür, evrenin ömrüne göre, trafikteki sarı ışıklar gibi birkaç saniyelik anlardan ibaret değil midir? Acı tatlı günler, varsıl yaşam, yokluk günleri ne çabuk da gelip geçiyor. İçinde bulunduğumuz kutsal günlerin bize düşündürdükleri ve sosyal medyada paylaşılanlardan çıkarabildiğimiz ders; insanoğlunun erdemi ilmi kadar, ilmi aklı kadar ise erdem, akıl ve edepte olsa gerektir. Bu güzel paylaşımlar için teşekkür ederim.
__________ o __________