Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.
22:30 - İpsala’da çeltiğe yön verenler. Çeltik ustaları…
22:47 - KE-HAYKO’ya mama desteği
21:54 - Çeltiğin başkentinden ortak ses…Bu fiyatlarla gelecek yıl üretim yapamayız…
20:29 - Keşanspor pazar günü deplasmanda Kapaklıspor ile karşılaşacak…
23:23 - Çeltik Üreticileri Birliği Başkanı Bakan:”Üretici düşen fiyatlar yüzünden mutsuz.”
20:57 - Grip deyip geçmeyin “Tedavi edilmeyen grip ciddi hastalıklara dönüşebilir”
20:51 - Keşan Belediye Meclisi Ekim Ayı Toplantısı Gerçekleştirildi
20:40 - Kasten öldürmeden 25 yıl ceza aldı. Yurt dışına kaçarken yakalandı
20:32 - SONBAHAR VE GRİP AŞILAMASI
20:15 - TRAKYA ÜNİVERSİTESİ ÖĞRETİM ÜYELERİ KOSOVA’DAKİ KONGREYE DAVETLİ KONUŞMACI OLARAK KATILDILAR
Hollanda’da Türkiye ve İslam konuları olumsuz bir şekilde tartışılırken, ülkenin Dış Ticaret ve Kalkınma İşbirliği Bakanı Sigrid Kaag’ın Ankara’ya yaptığı bir ziyaret yüreklere su serpti.
Ticaret Bakanlığı’nda yapılan toplantıda, Türkiye-Hollanda Ortak Ekonomik ve Ticaret Komitesi (JETCO) İkinci Dönem Toplantısı ve İmza Töreni yapıldı.
İki bayan Bakan’ın maddi ve manevi ferahlatıcı buluşmasında neşeli anlar yaşandı. Hollanda’nın dünyanın Avrupa’ya açılan kapısı olduğunu dile getiren Kaag, “Bu noktada Türkiye ile ortaklık hayati önem arz ediyor.Ticaret ilişkilerimiz açısından JETCO toplantısı çok önemli. Bir sonraki toplantıyı belirlemiş olmak da Hollanda tarafının katılım konusundaki gönüllüğünü ortaya koyuyor.” dedi.
Samimi ve karşılıklı saygı içinde bir toplantı gerçekleştirdiklerini vurgulayan Kaag, konuşmasına şöyle devam etti:
“Ticaret hacmimiz artıyor. Hollanda Türkiye’ye yatırım yapan en büyük ülkelerden biri ve en önemli ticaret ortaklarından. Bu toplantılar sayesinde fırsatları, çözümleri, sorunları ele alma imkanı buluyoruz. Bu sayede inovasyonlarla ilişkilerimizi nasıl ileri götürebiliriz, sürdürülebilir üretim zincirimizi nasıl oluşturabiliriz, kadın girişimciliğine, döngüsel ekonomilere, akıllı şehirlere ve diğer bütün konulara nasıl katkıda bulunabiliriz, bunları tartışıyoruz.”
Bir ara Dışişleri Bakanlığı da yapan Sigrid Kaag, 2018 yılında İran’a yaptığı bir ziyaret sırasında başına geçirdiği başörtüsü nedeniyle eleştirilere maruz kalmıştı. Sigrid Kaag o zaman da Türkiye hakkında güzel sözler söylemişti.
“Türkiye, ülkesindeki Suriyelileri koruma konusunda cömert bir politika uyguluyor. AB ve Türkiye arasında varılan anlaşma düzensiz göçmen sayısı ve denizdeki boğulmaların güçlü bir şekilde azalmasına büyük katkı sağladıSuriyelilerin AB yerine bilinçli olarak Türkiye’de kalmayı seçmesi, Türkiye’deki koşulların onlar için iyi olduğunu kanıtlıyor” diyen Kaag, Hollanda Parlamentosu milletvekillerinin, Türkiye ile Avrupa Birliği (AB) arasında Mart 2016’da imzalanan düzensiz göçmen girişine ilişkin anlaşmayla ilgili soru önergelerine yazılı yanıt vermişti.
Anlaşmanın düzensiz göçmen sayısının ve denizde yaşanan boğulmaların güçlü bir şekilde azalmasına büyük katkı sağladığını belirten Kaag, Türkiye’deki Mülteciler için Mali Yardım Programı’nın (FRIT), çok sayıda Türkiye’deki Suriyeli çocuğun eğitim görmesine, Türkiye’deki Suriyeli ailelerin geçiminin sağlanmasına ve iş teşvikinin artmasına vesile olduğuna ve Türkiye’nin, Suriyelileri koruma konusunda cömert bir politika uyguladığına değinen Kaag, “Suriyelilerin AB yerine bilinçli olarak Türkiye’de kalmayı seçmesi, Türkiye’deki koşulların Suriyeliler için iyi olduğunu kanıtlıyor.” demişti.
Hollanda’daki Türkler memnun
Hollanda’da yaşayan Türkler, ülkede Türkiye ve İslam aleyhine yaygaralar koparılırken, Ankara’da yaşananlardan memnuniyet duyduklarını belirttiler. Konuyla işgili bir yorum yazan Veyis Güngör, özellikle bu noktaya vurgu yaptı.
Veyis Güngör’ün bu konudaki yorumu şöyle:
Geçtiğimiz hafta Ankara önemli bir toplantıya ev sahipliǧi yaptı. Türkiye Ticaret Bakanı Ruhsar Pekcan ve Hollanda Dış Ticaret ve Kalkınma İşbirliği Bakanı Sigrid Kaag’ın eş başkanlıklarında Türkiye-Hollanda Ortak Ekonomik ve Ticaret Komitesi (JETCO) İkinci Dönem Toplantısı yapıldı. Aynı zaman da çeşitli alanlarda işbirliǧi imza töreniydi bu toplantı.
Toplantı sonrası her iki Bakan, Ruhsar Pekcan ve Sigrid Kaag açıklamalarda bulundular. Hollanda ile Türkiye’nin ortaklıǧının önemine vurgu yaptılar. Şu anda Türkiye – Hollanda ticaret hacminin 8 milyar dolar olduǧunu ve bunun 10 milyar dolara çıkarılmasının hedeflendiǧi müjdesini verdiler. Zira iki ülke arasında böyle bir potansiyelin var olduǧuna dikkat çektiler.
Türkiye Ticaret Bakanı Ruhsar Pekcan, “Hollanda, doğrudan yabancı yatırımcılar arasında Türkiye’de en çok yatırımı bulunan ülke konumundadır” diyerek, Hollanda’dan Türkiye’ye yatırım tutarının 25 milyar dolara ulaştıǧına dikkat çekti. Ayrıca Bakan, Türkiye’deki kayıtlara göre, Hollanda’daki Türk firmalarının yatırımların da, biri 13 milyar dolar, diğeri 17 milyar dolar olarak iki kayıt olduǧunu belirtti. Bakan Pekcan,”Bilim, teknoloji ve yenilik alanlarında Hollanda’nın deneyimlerinden” faydalanmak istediklerini de ifade etti.
Hollanda Dış Ticaret ve Kalkınma İşbirliği Bakanı Sigrid Kaag ise Hollanda, dünyanın Avrupa’ya açılan kapısı olduǧunu, dolayısiyle Türkiye ile ortaklıǧın hayati önem taşıdıǧına vurgu yaptı. Bakan Kaag şunları söyledi: “Hollanda Türkiye’ye yatırım yapan en büyük ülkelerden biri ve en önemli ticaret ortaklarından. Bu toplantılar sayesinde fırsatları, çözümleri, sorunları ele alma imkanı buluyoruz. Bu sayede inovasyonlarla ilişkilerimizi nasıl ileri götürebiliriz, sürdürülebilir üretim zincirimizi nasıl oluşturabiliriz, kadın girişimciliğine, döngüsel ekonomilere, akıllı şehirlere ve diğer bütün konulara nasıl katkıda bulunabiliriz, bunları tartışıyoruz.”
Türkiye ile Hollanda arasında JETCO kapsamında yapılan geniş çerçeveli iş birliǧi mutabakatında birbirinden farklı alan ve konular yer alıyor. Bunlar: ‘ikili yatırımlar, standardizasyon, enerji, ulaşım, akıllı ve yeşil şehirler, geri dönüşüm ekonomisi, bilim, yenilikçilik ve kadın girişimciliği’ olarak öne çıkıyor. Ayrıca, TÜBİTAK (Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu) ve NWO (Hollanda Bilimsel Araştırma Organizasyonu) bilim ve yenilikler alanında birlikte çalışacaklar.
Evet, bu anlaşmalar çerçevesinde Türkiye Hollanda kamu kuruluşları başta olmak üzere, özel sektör arasında iş birliǧi yeniden ivme kazanacak. Yeni fırsatlar, imkanlar, yatırımlar oluşacak. Bu çalışma, iki ülke arasında uzun zamandır beklenen, arzu edilen bir çalışmadır. Türkiye ile Hollanda arasında geçtiǧimiz yıllarda yaşanan diplomatik kriz ticaret alanı ve diǧer alanlarda hissedilir haldeydi. Her iki ülkede, uzun süre Büyükelçilerin olmaması, ilişkilerde önemli bir boşluǧu oluşturmuştu. Bir yıl önce, her iki ülkenin yeniden Büyükelçilerini göndermeleri, çok yönlü ilişkilerin yeniden başlamasını beraberinde getirdi.
Ankara ve Lahey Büyükelçilerimizin son bir yılda oldukca stratejik çalışmaları, ilişkilerin yeniden tamir edilmesi ve normalleşme sürecini başlattı. Bu elbette kolay olmadı. Tam rayına da henüz oturmadı. Ama, ciddi bir ilerleme kaydedildi. Bu hafta Ankara’da yapılan JETCO iş birliǧi toplantısı bunun en somut örneǧidir. Ve bundan sonra yapılacakların da işaretidir.
Türkiye ile Hollanda ilişkilerinin diplomasi ve ticaret alanında iyileşmesi, aynı zamanda Hollanda Türk toplumu psikolojisini de olumlu yönde etkileyeceǧini düşünmekteyiz. Zira, Hollanda Türk toplumunun haletiruhiyesi gerek iki ülke arasında yaşanan diplomatik kriz, gerek 15 Temmuz hain darbesinin Hollanda’ya yansımasıyla altüst oldu. Fırsatcılar türedi. Toplum için gayret sarfedenler sindirilmeye çalışıldı. Toplum’da korku, şüphe, güvensizlik yayıldı. İki ülke arasındaki yeni ilişkilerin, Hollanda Türk toplumu sosyolojisini de olumlu yönde etkilemesi ümidiyle…
Türk Hava Yollarının sayfasına ulaşmak için ilana tıklayınız
Türk Hava Yollarının sayfasına ulaşmak için ilana tıklayınız
Hollanda, geçtiğimiz hata içinde, selefilik mezhebine ait okullarda verilen eğitim ile mücadele edilmesi gerektiği tartışmaları ile çalkalandı.
Belçika’da da hissedilen bu çalkalanma, medyanın en ilgi çeken konusu oldu.
Selefizme karşı sert önlemlerin alınması gerektiğine inanlar çoğunlukta iken, bazı yorumcular ve politikacılar da ‘abartı’dan kaçınılması gerektiğini vurguladılar.
Hollanda medyasında Selefi mezhebine ait camilerde, kadın ve eşcinsellerin aşağılandığı, Kuran kurslarında “kâfirlerin ve eşcinsellerin öldürülmeyi hak ettiği” yönünde sözler söylendiğine dair haberlerin çıkması üzerine, Amsterdam’ın Yeşil Sol partili bayan Belediye Başkanı Femke Halsema, bu görüşlerde ısrar eden camilerin kapatılacağını açıkladı.
Bu konuda Hollanda devlet TV’si NPO 2’nci kanalında Haber Saati (Nieuwsuur) programında bir söyleşiye de yer verildi.
TV programı ve bazı ana akım gazetelerin yaptıkları araştırmaya göre, bu okullarda ve kurslarda gençler, kafirlere, Hıristiyanlara, Yahudilere, eşcinsellere karşı şartlandırılıyor, kadınlar aşağılanıyor.
Belçika’nın Flaman Kesiminde ‘kadınların hafif şekilde dövülebileceği’ vaaz edilen caminin ruhsatının askıya alındığı bildiriliyor.
Camide görevli bir imamın, “itaatsizlik eden kadınların hafifçe dövülmesinde sakınca olmadığı” yönündeki vaazı üzerine, cami ruhsatı geçici olarak askıya alınmış.
Belçika’da eski devlet Bakanı Zühal Demir, ülkesinde de Hollanda’dakine benzer sorunların yaşandığını söyledi. Demir, sayıları giderek artan Kuran kursları konusunda kapsamlı araştırma yapılması için, Devlet Güvenliği Kurumu’na çağrıda bulundu.
Demir’e göre, eğitim müfettişlerinin denetiminden uzak olan Kuran kurslarında ‘radikal dini öğretiler’ çocukları hedef alıyor.
Medya, aşağıdaki köşe yazısında görüleceği gibi, Selefistler’in bu okullarda ve kurslarda at oynattığını savunuyor ve sözkonusu kuruluşların denetlenmesini istiyor.
Bu konuda De Telegraaf gazetesinde yayınlanan bir yorumu, eski Başkonsolosumuz Orhan Ertuğruloğlu’nun çevirisinden okuyalım.
KİN KUSAN OKULLAR
Ülkemizdeki radikal camiler gittikçe daha büyük sorun olmaya başladı. Geçtiğimiz yıllarda selefizmin çapı ve etkisi o kadar güçlü bir artış gösterdi ki, kin tohumları yayanlar, resmi olmayan İslami öğretime sızarak buraları ele geçirdi.
Güvenlik birimlerinin uyarısına rağmen Selefistler, Müslüman olmayanların ölümü hak ettiği konusunda gençlerin beyinlerini serbestçe yıkıyor. Kin ve müsamahasızlık propagandası demokrasiye zarar veriyor. Buna son vermek lazım.
Bazı siyasiler bu okulların, eğitim müfettişlerinin denetimi kapsamına alınmasını savunuyor. En büyük sorun, Selefist hareketin, dış mali destek sayesinde gelişmeyi sürdürmesidir.
Bunu önlemenin tek yolu, 2015 yılında dönemin İşçi Partisi milletvekili Marcoush’un önerdiği gibi, selefist kuruluşların yasaklanmasıdır. Yasak, pedofil derneklere ve motor kulüplerine uygulandığı gibi, mahkeme kararıyla olabilir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, şeriatı aynen uygulamak isteyen Selefistler ve benzeri grupların, kapatılmasının hukuki olduğuna karar verdi. Zira Şeriat ‘fıtratında insan hakları sözleşmesine aykırıdır’. Yasaklama sayesinde çocukların, bu tehlikeli ideolojiye kapılmaları engellenmiş olacaktır.”
Sosyal demokrat görüşlü de Volkskrant gazetesinde yorum yazan
Jean-Pierre Geelen bakın neler diyor:
Doğup büyüdüğüm reformcu köyde, bazı arkadaşlarımla Pazar günleri oynayamazdım. Zira onlar Pazar okullarına gitmeliydiler ve ‘İncil Okulu’na gitmeliydiler. Ne öğrendiklerini bilmiyorum ama çoğu iyi konumlara geldiler.
Geçtiğimiz günlerde TV’deki Haber Saati ve NRC Gazeteleri, İslam haftasonu okulları ile İslam ilkokullarından ürpertici haberler verdiler. Selefist düşünceyi lapa kaşığı ile bize yedirdiler.
Çocuklara doldurma fikirler aşılanan bu okullarda, kızlarla göz göze gelmenin zina olduğu, öldürmenin bir vaat olduğu, kızların kafirlere ait mayo giyemeyeceği, aids hastalığının Allah’ın bir lutfu olduğu, eşcinsellerin öldürülmesi gerektiği, Müslümanların Hıristiyan ve Yahudilerle arkadaşlık yapamayacağı öğretiliyormuş.
Eğitim soruşturmacıları, bu öğretiye ve kitaplara, demokratik hak olduğu için karışamıyor.
Haber Saati programı fazla reiting yapamıyor. Zira halk bu hikâyeler yerine, Eurovizyon Şarkı yarışmasını kimin sunacağını daha çok merak ediyor. Selefizmin varlığını yıllardır biliyorlar.
Ben de biliyordum ama programı ve gazeteyi görünce çok ürktüm. Ama ne mutlu ki burada Levi’s kot pantolon giye bir kızın elleri kesilmiyor.
Ben 8, kardeşim de 11 yaşındayken ebeveynlerimiz bize ‘Kiliseye gitmekten sıkılıyor musunuz’ diye sormuşlardı. Bizde ‘Eh işte’ der gibi cevap vermiştik.
Selefizm ilemücadele etmek için okulları kapatabilirsiniz. Ama bunun bir faydası olur mu? Hitler Almanya’sında ve Sovyetler Birliği’nde ve bazı ‘Demokratik Cumhuriyetler’deki yasaklar sonuç vermemişti.
Haber Saati, bir doçentin, ‘Hollanda İslam içinyanlış bir ülkedir’ dediği bir görüntü yayınladı.
Haber Saati’nde, ‘İslam doçentler gençlere bu ülkeyi terketmeleri için çağrıda bulunuyorlar’ dendi.
Programda kısaca, selefist çocuklara, ‘Sonunda bu ülkeyi terkedeceksiniz’ aşılaması yapıldı.
İyi ama, selefist düşünce o kadar da kötü değil ki.
Bakınız Cengiz Göniltaş Selefiliği’i nasıl yorumlamış:
Selefilik mezhebi nedir ve ne zaman ortaya çıkmıştır?
Sıkça konuşulan selefilik mezhebi hakkında çokça şeyler söylenmektedir. Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından hazırlanan ilmihalden edindiğimiz bilgilere göre selefilik mezhebi hakkında detayları sizlere sunuyoruz. İşte ayrıntılar…
Sözlükte selef “önceki nesil”, selefiyye de “bu nesle mensup olanlar” anlamı taşır. İslâmî literatürde Selef ilk dönemlere mensup bilginler ve geçmiş İslâm büyükleri anlamında, Selefiyye terimi ise iman esaslarıyla ilgili konularda ilk dönem bilginlerini izleyerek âyet ve hadislerdeki ifadelerin zâhiri ile yetinip bunları aynen kabul eden, teşbih ve tecsîme düşmeyen (Allah’ı yaratıklara benzetmeye ve cisim gibi düşünmeye yeltenmeyen), bunları başka bir anlama çekme (te’vil) yoluna gitmeyen Ehl-i sünnet topluluğunu belirtmek için kullanılır.
Allah’ın zâtî, fiilî ve haberî sıfatlarının hepsini te’vilsiz, nasılsa öyle kabul ettiği için Selefiyye’ye “Sıfâtiyye” de denilmiştir.
“Ehl-i sünnet-i hâssa” ismi ile kastedilen zümre olan Selefiyye Hz. Peygamber ve sahâbîlerin inançta takip ettikleri yolu doğrudan doğruya izleyen gruptur. Tâbiûn, mezhep imamları, büyük müctehidler ve hadisçiler Selefiyye’dendirler.
Eş‘arîlik ve Mâtürîdîlik ortaya çıkıncaya kadar, Sünnî müslüman çevrede hâkim olan inanç, Selef inancıdır.
İmam Şâfiî, Mâlik, Ahmed b. Hanbel -bir kısım görüşleri itibariyle Ebû Hanîfe, Evzaî, Sevrî gibi müctehid imamlar, Buhârî, Müslim, Ebû Dâvûd, Dârimî, İbn Mende, İbn Kuteybe ve Beyhaki gibi hadisçiler, Taberî, Hatîb el-Bağdâdî, Tahâvî, İbnü’l-Cevzî ve İbn Kudâme gibi bilginler Selef düşüncesinin önde gelen isimleri arasında sayılabilir.
İlk dönem (mütekaddimûn) Selefiyye anlayışının en belirgin özelliği akaid sahasında akla rol vermemek, âyet ve hadisle yetinmek, mânası apaçık olmayan, bu sebeple de başka mânalara gelme ihtimali bulunan âyet ve hadisleri yorumlamadan, bunları bilmeyi Allah’a havale etmektir. Selefiyye’nin müteşâbihler konusundaki görüşüne şunlar örnek gösterilebilir: “Allah’ın eli onların ellerinin üstündedir” (el-Feth 48/10) âyetini Selefiyye şöyle değerlendirir:
“Yüce Allah âyette elinin(yed) varlığını bildirmektedir. Allah’ın elinin olduğuna inanırız, fakat bu elden kastedilen mânayı Allah’a havale ederiz, bunu ancak Allah bilir, der, mahiyeti üzerinde düşünmeyiz. Başka bir mânaya yorumlamadığımız gibi, onu yaratıkların eline de benzetmez, Allah’ın kendine has bir sıfatı olarak kabul ederiz. Bu konuda soru sormaktan da kaçınırız”.
İmam Mâlik’e (ö. 179/795) “Allah Teâlâ Kur’an’da rahmân arşa istivâ etti (Tâhâ 20/5) buyuruyor. Nasıl istivâ etti?” diye sorulmuş o da şu cevabı vermiştir: “İstivâ bilinen bir şeydir (âyetle sabittir). Nasıllığı akılla kavranamaz. Allah’ın arşa istivâ ettiğine inanmak farzdır. Mahiyeti hakkında soru sormak da bid‘attır”.
Selefiyye, müteşâbih âyet ve hadisleri aklın ışığında yorumlayan kelâmcılarla filozofları da, keşf ve ilhamın ışığında yorumlayan sûfîleri de ağır biçimde eleştirmiş, onları bid‘atçı ve sapık olmakla suçlamıştır. Hicrî VIII. asırdan önce yaşamış olan Selef bilginleri akıl karşısında kesin tavır takınıp, nakli tek hâkim kabul ederken, sonraki Selef bilginleri akıl karşısındaki tutumlarını gözden geçirmişler, inanç konularında az da olsa akla yer vermişlerdir.
Selefiyye günümüze kadar az çok taraftar bulmuştur. Genellikle fıkıhta Hanbelî olanlar akaidde Selefî’dirler. Hadisle ilgilenen bilginler de çoğunlukla Selef inancını benimsemişlerdir. Günümüzde dünya müslümanlarının % 12’si Selefî’dirler. En yoğun oldukları ülkeler Suudi Arabistan, Küveyt ve Körfez ülkeleridir.
Corendon’un sayfasına ulaşmak için ilana tıklayınız
Corendon’un sayfasına ulaşmak için ilana tıklayınız
Hollanda Başbakanı Mark Rutte, Türkiye’nin Avrupa ile yapılan anlaşmadan şikayetçi olması üzerine, Avrupa Birliği ile Türkiye arasında imzalanan göçmen mutabakatının yeniden ele alınması gerektiğini belirtti.
‘Türkiye’nin, Avrupa Birliği ile yapılan göçmen mutabakatındaki şartların yerine getirilmemesinden şikâyeti üzerine, bu anlaşmanın yeniden gözden geçirilmesi gerekecek’ diyen Rutte, Türkiye’nin anlaşmadaki şartları büyük bir çoğunlukla yerine getirdiğine inandığını belirtti ve yeniden görüşme gerekliliği olduğunu söyledi.
Hollanda Başbakanı, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, ‘Şartlar yerine getirilmez ve destek gelmezse, göçmenlerin Avrupa’ya kaçışını önleyemeyiz’ şeklindeki beyanının bir tehdit olup olmadığını soran gazetecilere, ‘Erdoğan’nın açıklaması farklı algılanabilir’ yanıtını verdi.
Rutte, Türkiye’nin finansal ve pratik destek gördüğünü de belirtirken, Türk otoritelerinin göçmenlerin sığınmasında gayretli olduklarını dile getirdi.
Erdoğan yaptığı bir açıklamada, Ankara’nın beklediği yardımı almaması halinde kapıları açacağını ve göçmenlerin Avrupa’ya akın edeceğini belirtmişti.
Ankara, Avrupa Birliği’nin, Suriyeli göçmenlerin Türkiye’deki yaşamlarını kolaylaştırmak için 6 milyar euro vermesi gerektiğini, fakat şimdiye kadar sadece 2,22 milyar euro ödendiğini belirtiyor.
Türkiye’nin, Suriyeli göçmenler için kendi imkaları ile onmilyarlarca dolar harcadığı belirtiliyor.
Haberin Hollandacası:
Premier Mark Rutte vindt dat Turkije en de EU opnieuw moeten onderhandelen over de vluchtelingendeal. Turkije klaagt dat Europa zich niet aan gemaakte afspraken houdt.
“Er moet opnieuw worden onderhandeld over de ontevredenheid van Turkije over de implementatie van de EU met betrekking tot de vluchtelingenovereenkomst”, zei Rutte vrijdag tijdens een persconferentie. Hij onderstreepte dat Turkije zich grotendeels goed aan de afspraken houdt en dat de onderhandelingen tussen de EU en Turkije moeten plaatsvinden.
De Nederlandse premier reageerde daarmee op een persvraag wat hij van de opmerkingen van de Turkse president Recep Tayyip Erdoğan over vluchtelingen vond. Die gaf deze week aan dat Turkije vluchtelingenstromen naar Europa zal toestaan als zijn land geen steun ontvangt en de lasten niet worden verlicht en gedeeld.
De deal uit 2016 was bedoeld om onregelmatige migratie door de Egeïsche Zee te ontmoedigen door strengere maatregelen tegen mensenhandelaren te nemen en de voorwaarden voor de 3 miljoen – nu 3,6 miljoen – Syrische vluchtelingen in Turkije te verbeteren. Turkije heeft geklaagd dat de EU haar deel van de deal niet heeft gehandhaafd, inclusief miljarden euro’s aan hulp aan de Syrische vluchtelingen.
Over de deal zei Rutte dat Turkije zowel financiële als praktische steun kreeg. Ook is Rutte van mening dat de Turkse autoriteiten erg hun best doen in de opvang van vluchtelingen.
Woensdag waarschuwde Erdogan dat Turkije “zijn deuren kon openen” om Syrische vluchtelingen Europa binnen te laten komen als Ankara niet de steun krijgt die het verwacht.
De EU had Ankara 6 miljard euro hulp toegezegd om de levensomstandigheden van Syrische vluchtelingen in Turkije te verbeteren, maar volgens Turkije is vanaf juni slechts 2,22 miljard euro uitgekeerd.
Turkije vangt momenteel 3,6 miljoen Syrische vluchtelingen op, meer dan enig ander land ter wereld. Het land heeft tientallen miljarden dollars uit eigen middelen uitgegeven voor de opvang.
İlhan KARAÇAY’ın haberi:
Avrupa’daki bazı Türkler, Türkiye’de düğünlerde, maç sonralarında, askere gönderme uğurlamalarında, silah sıkmalarla ölümlere yolaçan ve işi tedhişe götüren magandalardan geri kalmıyorlar. Geçtiğimiz yıllarda önce Belçika’da meydana gelen bazı olaylarla gündem yaratan Türkler, şimdi de Hollanda’da günün konusu oldular.
Geçen hafta Rotterdam kentinde, bir düğün töreni için otomobilleri ile yollara dökülen bir grup Türk, polisler tarafından durduruldu. Yapılanların hem rahatsız edici ve hem de tehlikeli olduğunu belirten polis ile Türkler arasında münakaşa çıktı. Bu münakaşa sonunda kimliği hâlâ belirlenemeyen bir Türk, kendisini tutuklamaya çalışan bir polisi vurduğu yumruk ile nakavt (knockout) etti.
Olayın medyaya yansımasından sonra harekete geçen politikacılar, genellikle Türkler ve Faslılar tarafından yapıldığı öne sürülen bu hareketlerin önlenmesi için sert tedbirler alınması için yasa teklifleri hazırlamaya başladılar.
Rotterdam Belediye Başkanı Ahmet Abutalep, meydana gelen olayın kabul edilemez olduğunu belirtirken, Türkler’e de ‘Türkler, polis memurunu kimin yumrukladığını açıklayın’ çağrısında bulundu..
Olayın daha sonraki günlerde de dillendirilmesi üzerien De Telegraaf gazetesi tam iki sayfalık bir haber-yorum yayınladı.
Hıristiyan Demokrat Parti (CDA) Rotterdam Belediye Meclisi üyesi Christine Eskens, polise saldırıyı, “Kabul edilmez ve saygısızca” diye değerlendirdi.
Aşırı sağcı Leefbaar (Yaşanabilir) Rotterdam Partisi meclis üyesi Tanya Hoogwerf ise dehşete düştüğünü söyledi. Hoogwerf, Korna çalmak gibi medeni olmayan bir davranışın uzun süreden beri sorun olduğunu belirterek, polis memurunun dövülmesi ile artık sınırın aşıldığını savundu.
Hükümet ortağı Liberal Sağ Parti (VVD ) meclis üyesi Vincent Karremans da, düğün konvoylarında korna çalınmasını önlemek konusunda derhal harekete geçilmesini istedi.
Türkler İçin Danışma Kurulu Başkanı Zeki Baran da medyaya bir açıklamada bulunarak, olayı kınadığını belirtti. Zeki Baran, ‘Gelenek ve göreneklere toleranslı davranılabilir ama, bu şekilde aşırıya kaçmaya da göz yumulamaz’ dedi. Baran, polisi yumruklayan kişiler için ise ‘ayaktakımı’ deyimini kullandı.
Politikacılar ve medya, korna çalarak gürültü kirliliğine yol açan konvoylara, Belçika’daki gibi ağır yaptırım uygulanmasını savunuyor.
Geçen yıl Belçika’nın Lokeren kentindeki E17 otoyolununda trafiği engelleyen Türkiye kökenli göçmenlere ait bir düğün konvoyu tartışmalara neden olmuştu.
Mahkeme, konvoydaki 14 kişiye 4 bin euroya kadar para cezası vererek, 5 yıla boyunca ehliyetlerine el konulmasını kararlaştırmıştı.
TELEGRAAF’TAKİ HABER
Türkiye aleyhtarlığı yayınları ile tanınan De Telegraaf gazetesi, 3 eylül günü yayınladığı iki sayfalık haber-yorumunda ‘Maganda hareketi ve provakasyon’ başlığını kullandı.
Eski başkonsolosumuz Orhan Ertuğruloğlu, De Telegraaf’taki haberi şöyle tercüme etti:
Bovenkant formulier
“Magandalık ve tahrik” başlıklı yazıda büyük şehirlerde korna çalarak yollardan geçen düğün alaylarının trafik sıkışıklığı yaşayanları küplere bindirdiği yetmiyormuş gibi, geçen hafta cuma günü olaya müdahale eden polis memurunu bayıltana kadar dövmelerinin bardağı taşıran son damla olduğu belirtiliyor. Yazıda “Bu da mafyanın bir başka türlüsü” denmiş.
Yazının yanındaki kutuda, dövülen polis memurunun eşiyle yapılan bir söyleşiye de yer verilmiş. Polis memurunun eşi, halen aranmakta olan saldırgana özetle , “sorumluluğu kabul et ve teslim ol” diyor.
Aynı sayfada “Son derecede endişe verici bir manzara” başlığıyla bir inceleme yazısı da var. İnceleme yazısısının çevirisini, Türkler’e duyulan infiali yansıtması bakımından sizlerle paylaşmak istiyorum.
Wierd Duk imzalı yazı şöyle:
“Son derecede endişe verici bir manzara. Çünkü bir polis memuru kaldırımda sırt üstü yatıyor. Ortalığı velveleye veren düğün alayından bir kişi tarafından yumrukla ‘knock-out’ edilmiş.
Artık sık sık böyle manzaralarla karşılaşıyoruz. Korna çalarak ve geldikleri ülkelerin bayraklarını sallayarak şehirlerimizin sokaklarından geçen yabancı kökenli yurttaşların oluşturduğu konvoylar. Konvoydakiler çoğunlukla şamatacı ve trafiği tıkıyor. Son derecede sinir bozucu bir durum. Tüm bunlar bir yana, geçen cuma günü Rotterdam’da şiddete başvurulmasıyla, bu olgu yeni bir boyut kazandı ve bu insanların, Hollanda kanun devletini hiç takmadıkları belli oldu. Olay yerinden yansıyan görüntülerde faillerin ortalıkta gayet soğukkanlı dolaştıkları görülüyor. Polis memuru kaldırımda baygın yatarken hiç birinde cezalandırılma korkusu, pişmanlık veya utanma emaresi görülmüyor. Adamlar polisi bayılttıktan sonra konvoyun peşine takılıp çekip gidiyor. Sanki şehir ve sokaklar onlarınmış gibi.
Olaylar, ülkeden tamamen kopuk yaşayan Hollanda’daki yabancı kökenliler arasındaki daha geniş bir eğilimin parçasını oluşturdukları için son derecede endişe vericidir. Fas, futbolda bir başarı kazansa, Hollanda’daki meydanlar, Faslılar’ın bayram yerine dönüyor. Erdoğan yandaşları, Rotterdam’da, Türk bayraklarıyla dolaşıyor. Yabancı kökenli gençler, yüzme havuzunda kızlara sarkıntılık ediyor. Her şey: biz buraya değil, geldiğimiz ülkeye ve o ülkenin kültürüne sadıkız diye bağırıyor. Hollanda, sadece geçici olarak kaldığımız bir yerdir diyor.
Kanaleneiland, Afrikaanderwijk gibi yabancı kökenli nüfusun baskın olarak yaşadığı yerleri gezenler, bu semtlerde esaslı değişikliklere tanık olacaklardır. Buralarda sadece tutucu İslamiyetin etkisi tırmanmakla kalmayıp, birçok yabancı kökenli gencin, Hollanda hükümetine çok uzak, bu yönetime karşı tüm saygısını kaybetmiş olduklarını da göreceklerdir. Paralel dünyada yaşamaktadırlar.
Birçok Hollandalı bunu biliyor ve görüyor. Fakat onların endişeleri genelde ana akım partilerin politikacıları tarafından nadiren seslendiriliyor. Medyanın çoğunluğu da yontulmamış çokkültürlük olgusunu örtbas etmekte, yabancı kökenliler ise işledikleri suçları, ‘haksız bir sistemin kurbanı olduk’ şeklinde mazur göstermektedir.
Fakat gerçekler yalan söylemez. Bazen çok acıdır. Mesela yerde yatan polise gösterilen kayıtsızlık gibi. Aslında Rotterdam’ın ortasında yere serilen, ‘knockout’ edilen hukuk devletidir”.
Hollanda’da ırkçılığı ile tanınan politikacı Geert Wilders’in Endonezya asıllı olduğu biliniyordu ama, annesinin bir Yahudi olması nedeniyle kendisinin de Yahudi olduğu ortaya çıktı. Zira Yahudi inancına göre, bir kişinin Yahudi olabilmesi için babasının değil, annesinin Yahudi olması gerekiyor. Wilders’in Endonezyalı görünümden kurtulmak için saçlarını uzatarak platin rengine boyadığı da biliniyor.
Antropolog Lizzy Van Leeuwen, Hollanda Devlet Arşivi’ni inceleyerek Wilders’in Yahudi soyundan olduğunu ortaya çıkarmıştı. Wilders’in dedesi Johan Ording’e ait dosyasını inceleyen Van Leeuwen, faşit ve İslam düşmanı siyasetçinin annesinin Endonezyalı ünlü bir Yahudi ailesine mensup olduğunu ortaya çıkarmıştı.
Wilders’in, ortalığı ayağa kaldıran Fitne adlı filmini de İsrail’in yardımı ile yaptığı ortaya çıktı. Aslında Fitne filmi, yapımından iki yıl önce çekilen İsrail yapmı ‘Obsession’ filminden uyarlanmıştı.
Wilders büyük bir İsrail hayranıdır. Orta okuldayken bu ülkeye gitmiş ve moshav denilen bir işgal edilmiş arazide tarım işçisi olarak çalışmıştı. Wilders daha sonraki yıllarda da onlarca defa İsrail’e gitti.
Kendi partisini kurmadan önce bağlı olduğu VVD Partisi’nde, sürekli olarak İsrail destekçiliği yapıyor ve İran’ın uzaktan atılan füzelerle İsrail’i dümdüz edeceğini iddia ediyordu.
VVD’den ayrılıp kendi partisi PVV’yi kurduktan sonra daha da radikalleşen Wilders, Filistin ve Tel Aviv’de kendisine pek çok taraftar edindi. İsrailliler Wilders için, ‘O büyük bir İsrail dostudur, O’nu desteklememiz lazım’ demeye başlamışlardı.
Wilders’i tüm İsrail’de ve tüm dünyada ünlü yapan Fitne filmi oldu. Fitne filmi, İslam’ı karalayan sahnelerle doluydu. Fitne filmi Hollanda’da pek kabul görmedi ama, örneğin Philadelphia’da bu filmi seyretmek için bir VİP masasına 2500 dolar ödendi. Bu film, Wilders için dış ülkelerde kartviziti oldu. Wilders için İslam, bir din değil, şiddet saçan bir ideolojiydi.
Wilders, Fitne filmini nasıl yaptığını hiç anlatmadı. Scarlet Pimpernel isminde birinin rejisör, editör ve senarist olduğu ilan etmişti.
FAŞİSTLİK YAPTILAR AMA…
Fransa’da Marine Le Pen ve Nicolas Sarkozy, Avusturya’da Norbert Hofer, Macaristan’da Viktor Orban, İsveç’te Stefan Löfven, Yunanistan’da Nikos Mihaloliakos, Polonya’da Jaroslaw Kaczynski, Almanya’da Frauke Petry, Bernd Höcke ve Alexander Gauland ve Hollanda’da Geert Wilders, yaşadıkları ülkelerde ırkçılığın liderliğini yaptılar ama, bu kişilerin pek çoğunun o ülkenin kökeninden olmadığı, önemli bir kısmının ise Yahudi kökenliği olduğu ortaya çıkmıştır.
Filmdeki KARAÇAY mezarlığı
Televizyon’da yayınlanan ‘Zalim İstanbul’ adlı serinin baş rol oyuncularının çoğu KARAÇAY ailesini oluşturuyor.
İlkbaharda Mersin’de iken seyretmeye başladığım dizide, benim akrabalarımın canlandırıldığı söylentisi yaygındı.
Dün başlayan yeni sezonun ilk bölümünü dikkatle izledim. Baş rol oyuncularının canlandırdığı KARAÇAY ailesi ile, benim ailem arasında bir bağ olup olamayacağını irdeledim.
Doğrudur, Mersin’deki KARAÇAY ailesi, serideki KARAÇAY ailesi gibi Antakya’dan göç etmiştir. Samandağ’ında çok geniş bir KARAÇAY ailesi vardır. Ayrıca bir de KARAÇAY Köyü vardır.
Serinin senaristi Sırma Yanık ile İlker Barış’ı arayıp, hangi aileyi konu aldıklarını öğrenmek istedim ama, adreslerine ulaşamadım.
Filmdeki KARAÇAY ailesinin yaşadıkları hiç de öğünülecek bir hikâye değil.
Çok düşündüm ve bir kaç yere de sordum ama, filmdeki KARAÇAY ailesi ile Mersin’deki KARAÇAY ailesi arasında bir bağlantı bulamadım.
İtiraf edeyim ki, dün akşamki bölümde yer alan mezarlık sahnesi beni çok etkiledi. Filmin kahramanı Agah KARAÇAY’ın, ağabeyini ziyaret ettiği mezarı başındaki yakarışı çok etkiliydi. Gördüğüm mezar taşı, bana Mersin’deki aile mezarlığımızı hatırlattı. Televizyon yayınından hemen bir fotoğraf çektim. Sonra da arşivimdeki Mersin mezarlığından bir fotoğraf buldum. İki fotoğrafı yan yana koyduğum zaman, Antakyalı KARAÇAYLAR ile Mersinli KARAÇAYLAR arasında bir benzerlik bulabildim.
Ben de bui ki fotoğrafı bu yazıma koymaya karar verdim.
Dilerim, hiç kimse, serideki KARAÇAY ailesinin yaşadığı dramı yaşamasın.
Mersin’deki KARAÇAY ailesi mezarlığı
Merak edenler için, filmde yer alan KARAÇAY ailesi mensupları ile diğer oyuncuların pozisyonlarını sıralayalım:
Antakya’dan, İstanbul’a uzanan bir var olma mücadelesini anlatan Zalim İstanbul’da; üç çocuğu ile Antakya’da yaşayan Seher’in, lojistik sektörünün devleri arasında yer alan ve aynı zamanda memleketlileri olan Agah Karaçay ile yollarının kesişmesi herkesi yeni bir sınava sokacak.
(Fikret Kuşkan) AGAH KARAÇAY
Karaçay Ailesinin otoriter reisi; memleketine, toprağına hala yürekten bağlı bir lojistik patronu. Sektörün en eski ve köklü kuruluşlarından ‘’KARAÇAY LOJİSTİK’’in yaratıcısıdır. Abisinin ölümü sonrası ona verdiği sözle, “KARAÇAY” adını üst mertebelere taşımıştır. Güçlü karakteri ve duruşuyla cemiyet hayatında oldukça saygındır. En zayıf noktası abisinin emaneti, gözünden sakındığı hasta yeğeni Nedim’dir. Abisinin ölümünden sonra emanetine canı pahasına göz kulak olmaya yemin vermiştir. Çocuklarını çok sevse de sert duruşu her zaman mesafeli durmasına sebep olmuştur.
(Mine Tugay) ŞENİZ KARAÇAY
Agah Bey’in biricik eşi; ailenin sosyetedeki yerini konumlayan, aile içi dinamikleri yöneten donimant bir anne. Şeniz sosyal hayatta, cemiyet dünyasında oldukça aktiftir. Gençliği ve güzelliğini keskin zekasıyla destekleyen lider ruhlu bir kadındır. Büyüleyici tavırları holding işlerine de inceden müdahale etme gücünü kendine kazandırır. Hayır işleriyle ailenin prestijini güçlendirmeyi sever çünkü Şeniz için prestij her şeyden önemlidir. Prestijden sonra ise, biricik oğlu, prensi Cenk gelir. Kızı ve kocası, bu ikisinden sonra gelir. Bu yüzden, bir anne olarak yaşadığı en korkunç trajedide bile her iki göz bebeğini, ‘’prestijlerini ve şımarık prensini’’ korumak için hayatının en ağır sırrını omuzlarında dev bir yük gibi taşır.
(Ozan Dolunay) CENK KARAÇAY
Agah Bey ve Şeniz Hanım’ın umarsız yakışıklı oğlu; dikkatleri üzerine çekmek, özellikle babasını kışkırtmak için türlü taşkınlıklar yapan, sorumsuz bir genç. Babasının gücünü babasına karşı kullanan, çapkın bir gençtir. Yakışıklı, sosyetik genç kızların gözdesi… Ancak bu hovardalığının altında, yüreğini paramparça eden ve omuzlarına bir karabasan gibi binen büyük sırrı yatmaktadır. Cenk kalbini sıkıştıran bu gerçeği artık daha fazla taşıyamayacaktır.
(Simay Barlas) DAMLA KARAÇAY
Karaçay ailesinin sosyal medya fenomeni. Hayatın gerçeklerini umursamayan, kendini sanal gerçekliğe kaptırmış bir genç kız Damla. Annesine hayran, annesinin küçük ve daha modern bir kopyası gibi takılan Damla, evin küçük kızı olarak babasının kıymetlisi. Damla çocukluk ve ergenlik dönemini “ucube’’ dediği kuzeninden kaçarak, Nedimin varlığı yüzünden arkadaşlarını bile eve getirmekten utanarak geçirmiştir. Yaşı büyüdükçe bu utanma duygusu yerini acımaya bıraksa da, Damla çoğu zaman Nedim’le göz teması bile kurmaz. Son derece materyalist, tuttuğunu koparan, dişli bir kız olan Damla, alabildiğine yüzeysel ve plastik bir dünyanın ikonası.
(Berker Güven) NEDİM KARAÇAY
Agah Bey’in vefat eden abisinin oğlu. Çocukluk döneminde hala gizemini koruyan bir kaza ile çatıdan düşüp felç geçirmiştir. Amcası, Nedim’in geçirdiği kazadan dolayı hep kendini suçlamış ve abisinin emanetini gözünden ayırmamaya yemin etmiştir. Nedim tekerlekli sandalyeye muhtaç halde yaşarken amcası dışında destekçisi olmamıştır. Zaman zaman düzelme belirtileri gösterse de yine akıl almaz bir şekilde sağlık durumu gerilemiştir. Nedimin düzelme belirtilerinden rahatsız olanlar, Nedim’ in şahit olduklarını da hatırlamaması için de elinden geleni yapacaktır.
(Deniz Uğur) SEHER YILMAZ
Üç evlat sahibi gururlu bir anne. Eşi vefat ettikten sonra kayınvalidesi, iki kızı ve oğlu ile beraber yaşıyor. Üç çocuğu tek başına büyütmenin gücü altında ezilmemiş bir kadındır Seher. Çocuklarının üzerine titrer, her anne gibi. Küçük yerde, babasız çocuk büyütmenin etkisiyle çocuklarına karşı fazlasıyla kuralcı, güçlü, dominant, baskıcı ama alabildiğine de sevgi dolu bir annedir. Hayatla ilgili büyük hırsları yoktur. Kanaatkar, fazlasını istemeyi bilmeyecek kadar inançlı, kimine göre dar görüşlüdür. Evlatlarının iyiliği dışında bir şey istemez, beklemez. “Üç tane pırlantam var benim bu hayatta, onlara dil uzattırmam” der. Ama hayat onu evlatları üzerinden sınamaya hazırdır…
(Bahar Şahin) CEREN YILMAZ
Ailenin lükse, magazine düşkün, fırlama küçük kızı. Medyada görüp özendiği hayatları yaşamak uğruna, aklını varsa yoksa dümen çevirmeye çalıştıran, güzelliğinin farkında ve bunu kullanmaktan çekinmeyen 20’lerinin başında bir genç. Tutkulu bir kızdır Ceren, karda yürür ama izini belli etmez. Karşısına çıkan fırsatları ise hiç düşünmeden değerlendirir. Gerekirse kardeşlerini, ailesini harcar, ama eninde sonunda kafasındaki hedefe yürür. Bir sonraki hedefine ulaşmak ise sandığı kadar kolay olmayacak ve aile bağlarını da derinden yaralayacaktır.
(Sera Kutlubey) CEMRE YILMAZ
Ailenin vicdanlı büyük kızı; okumuş ve hemşire olmuş. Ama kendi istediği için değil, annesinin hayalini gerçekleştirebilmek için. Cemre’nin kalbi kendini bildi bileli şarkı söylemek için çarpmıştır. Hem babasız geçen çocukluğun, hem de annesinin tutuculuğunun eseri olarak, erkeklere karşı mesafeli bir duruşu vardır. İç dünyasındaki buzlara rağmen inadına da su gibi güzel bir kızdır Cemre. Güzelliği okulda da köyde de ilgi çeker ama ulaşılmaz katı tavrı erkekleri doğal olarak geri püskürtür. İstanbul’a gidişleri Cemre içinde her şeyi değiştirir. Artık Karaçayların özel hemşiresidir. Ve kalbinin ritmini Karaçay köşkü değiştirecektir.
(İdris Nebi Taşkan) CİVAN YILMAZ
Seher’in oğlu; 19 yaşında. İte kaka liseyi bitirmiş ama sorumluluk sahibidir. Üniversiteye hiç niyetlenmeden para kazanma hedefine kilitlenmiştir. Evin tek oğlu, annesinin ve babaannesinin göz bebeği, tek erkek çocuk olmasının geleneksel avantajını kardeşler arasında en dokunulmaz ve en az baskı gören çocuk olmakla yaşar. Annesi gibi tok gözlü ve kanaatkar görüntüsüyle annesinin göğsünü kabartır. Ağzına içki sürmez, serserilik yapmaz, akranları gibi kız peşinde koşmaz, çocuk yaşta ekmeğinin peşindedir. Okuldan sonra hem kahvede hem de tamirhanede çalışır. Bitirim, bıçkın bir delikanlıdır. İyi kalpli, tez canlı, şatafata ve lükse karşı gözüken Civan için İstanbul’un başka planları vardır.
Batı Avrupa ülkelerinde ikamet izni alabilmek için yapılmakta olan sahte işlemlere bir yenisi daha eklendi.
Siyasi, ticari ve tabii iltica başvuruları, sahte evlilik işlemlerinden sonra, şimdi de sahte çocuk edinme hileleri başladı.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin 2017 yılında almış olduğu bir karara göre, Hollanda tabiyetine mensup olan bir çocuğun, anne ve babasıyla birlikte yaşama hakkı vardır. Bu karar, Venezuelalı bir kadının başvurusu üzerine alınmıştı. Venezualalı kadın, çocuğuna babalık yapmayı kabul eden ve kayıtlara geçiren bir Hollandalı sayesinde, otomatikman Hollandalı olan çocuğuna istinaden ikamet izni almıştı. Mahkeme, çocuğun hem anneye ve hem de babaya ihtiyaç duyduğu gerekçesiyle karar almıştı.
İşte o tarihten sonra AB ülkelerine akın etmeye başlayan çocuklu olan anne ve babalar, buralarda bir eş bularak, çocukların anne veya babası olduklarını kayıtlara geçirmeye başladılar. Anne veya baba adaylarının, belediyelerdeki nüfus dairelerine ebeveyn olarak kayıtları, ikamet sahibi olmayan yabancı anne ve baba için ikamet izni verilmesini sağlıyor.
Hollanda Mülteci Dairesi verilerine göre, 2017 yılından itibaren bu konudaki başvuru sayısında artış olduğu ve şimdilerde her ay 300 kişinin başvurduğu açıklandı.
Bu yeni hileli uygulamanın önüne geçmek için çareler aramaya başlayan Hollanda mercileri, belediyelerdeki memurların bu konularda çok dikkatli olmaları için uyarıda bulundu. Ne var ki bilirkişiler, ‘Ben bu çocuğun annesi veya babasıyım’ diyenlere karşı, kontrol mekanizması bulmakta güçlük çekileceğini belirtiyorlar. Bilirkişiler, belediyelerin hangi argümanı kullanarak başvuruyu ret edeceklerini merak ediyorlar.
Belçika, geçen yıl aldığı bir karar ile, sahte evlilik ve sahte çocuk edinme eylemine girişenlere ağır cezalar veriyor. Zira, geçen yıl bir adamın tam 17 çocuğa babalık yaptığı için 17 yabancı kadına ikamet izni verilmesini sağladı.
Belçika’dan sonra Hollanda’nın, bu konuda ne gibi yasal önlemler alacağı merak ediliyor.